28 Mart 2010 Pazar

X = [Istanbul]2

Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle Bay Afiyet'le beraber, İstanbul'un bir anda en "in" mekanı haline gelen yeni IKSV binasının üst katındaki X Restaurant'a gittik.


Yedik, içtik, tavaf ettik. Hatta sonra "burayı bloga ben yazacağım!" "hayır! ben yazacağım" diye didiştik. Kadının fendi genellikle erkeği yendiği için huzurlarınızda ben varım. Fakat demokrat olup, Bay Afiyet'in de görüşlerine yer vereceğim.

Herşeyden önce belirtmeliyim ki, senelerdir Luvr Apartmanı'nda sıkıştığı yerde çok başarılı işler gerçekleştirmiş Vakıf'ın hakettiği bir binada çalışmaya başlaması ve bu zarif binanın üst katının keyfini herkesin çıkarabileceği bir lokanta yapılmış olması harika! Fakat X Restaurant'ın bu 3 puanlık avantajdan bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.


Midyeli risotto, kuzu küşlemeli risotto, kum midyeli dana, lezzetliydi. Balkabağı çorbası, somon ve antrikot ise sınıfta kaldılar.


Tatlıları seyretmesi ayrı güzel, tatması ayrı güzeldi. Özellikle cevizli kek üzerinde ayvalı balakabağı püresine şapkamı çıkartıyorum.


Garsonlar ise bu fiyatlarda yemek sunan bir lokantada olması gerektiği gibi çok kibar ve sundukları yemekler hakkında bilgililer.


Belki yaratılmak istenen dekorasyon konsepti için uygun olabilir ama ben yine de plastik masalar yerine beyaz masa örtüsünde yemek yemeği tercih ederdim; en azından akşam yemeğinde. Zira içerdeki daimi ve yüksek sesli insan uğultusu, ve plastik masalara vuran çatal bıçak, tabak sesleri bir an için pahalı bir kafeteryada yemek yiyor hissini veriyor insana.



Aslında X Restaurant'ın en bahse değer yanı, şahane manzarası. İnsana "ne mutlu bana ki bu şehirdeyim" dedirtiyor. Ama bu konuda tek mi? Hayır.
Ben bu resmi Mikla'da, Nu Teras'ta ve daha pek çok yerde daha görmüştüm. Yani X Restaurant yeni olmasına rağmen, aslında yeni bir şey yok. O bildiğimiz ve sevdiğimiz İstanbul bir kere daha büyülüyor insanı sanki "yeni" kendisiymiş gibi.


X Restaurant'a gitmenizi tavsiye ederim. Özellikle yaz başında açılacak olan terasına gidin bir akşamüstü, derin bir nefes alın ve herşeye rağmen bu şehri sevdiğinizi itiraf edin kendinize.

Bayan Bal Şeker
01/04/2010

24 Mart 2010 Çarşamba

Şam'da kayısı

Baharın, gümbür gümbür geldiğini ilan ettiği, aklımızı başımızdan alan güzellikte bir gün Boğaz'ın hakkını verdik. Neredeyse tüm sahili adım adım, sohbet muhabbet arşınladık. Hava kararınca, keyfimizi taçlandırmak için rakı-balık ikilisinde karar kıldık.

Yüce google'a hızlı bir şekilde Yeniköy'deki balıkçılar konusunda danıştıktan ve sağa sola birkaç telefon açtıktan sonra Yeniköy'deki Kavak Balıkçısı'na yollandık. İçeride büyük ekranda futbol yayınını görünce tam hızlı adımlarla uzaklaşacaktık ki, lokantanın sahibinin güleryüzlü, nazik ve içten buyur etmesi karşısında kuzu olduk.

Taze mezeler, şahane kızarmış istavrit, ilk başta burun kıvırıp, sonra bayıla bayıla yediğim deniz mahsullü karnıyarık ise iyi bir yere geldiğimiz konusunda beni ikna etti.

Şekil 1a'da görüldüğü üzere sildik süpürdük:


Zaten televizyon da sessizdeymiş. Akşam yemeğimize fon müziği oluşturan rumca ve türkçe nostaljik parçalar ve rakı sayesinde bir süre sonra varlığını dahi unuttuk bu talihsiz dekorasyon hatasının.

Kavak Balıkçısı, İstinye'den Yeniköy'e doğru gelirken, ilk trafik ışıklarında, yolun sağ tarafında bulunuyor. Burada belli ki bu işi bilenler pişiriyor, bilenler sunuyor. Fiyatlar da gayet iyiydi. Yedik, içtik, "ımmh, bu levrek biraz kuru mu olmuş ne?" diyecek olduk, hemen levrek fiyatı düşülmüş bir fatura geldi. Kişibaşı birer tane sarı kağıtlardan verdik, günü sonlandırdık.

E bundan alası, Şam'da kayısı!


Bayan Bal Şeker
27/03/2010


Not: Lokantanın web sitesindeki balık takvimini incelemenizi tavsiye ederim. Kalkan'ın gözleri nerdeymiş? Lüferin mevsimi ne zamanmış? Uskumrunun boyu kaçmış? Ayakları deniz suyuyla ıslanan herkesin bilmesi gereken faydalı bilgiler içeriyor.

21 Mart 2010 Pazar

La Brise


Fransa'ya karşı önyargım olduğunu söylüyorlar. Önyargım yok, yargım var. Altı senenin sonunda önü arkası kalmıyor yargının. Tanıyorsun, biliyorsun, adını koyuyorsun. Ben de olduğu gibi kabul ediyorum, tüm kusurlarıyla. Hatta seviyorum. Hatta özlemişim.

Asmalı Mescit Caddesi'nin Pera'yla kesiştiği köşede bulunan La Brise adlı Brasserie'ye girdiğimde, içerdeki mis gibi tereyağı kokusu, şaraplar, beyaz önlüklü garsonlar, dolmayı bekleyen pırıl pırıl kadehler beni bir anda Fransa'ya ışınladı. Hem de Fransa'nın içinde "mais, c'est pas possible! Je suis désolé, eh"* olmayan, "A cette heure ci?!? Désolé, la cuisine est fermée"** denmeyen versiyonuna.

La Brise benden yıldızlı pekiyi aldı. Soğan çorbasına bayıldım! Keçi peynirli tartı çok güzeldi. Enginar ve tereyağ soslu fırın tavuk beni benden aldı!


Yemeklerin lezzeti ve sunumu menüde yanında yazılı fiyatları fazlasıyla hakediyor. Tabi şarap pahalı, ama onun için ne yapıyoruz? Hep beraber hükümete kızıyoruz.


La Brise'e giderseniz, hele pencerenin hemen önündeki iki kişilik masayı rezerve ederseniz, bir şişe de şarabı devirirseniz, başınıza geleceklerin sorumluluğunu hiç bahar havasına atmayın.

Bayan Bal Şeker
21/03/2010

* Ama bu mümkün değil. Üzgünüm!
** Bu saatte mi?!? Üzgünüm, mutfak kapandı!

5 Mart 2010 Cuma

Hinkal!

Türküm, doğruyum, çalışkanım. Artvin'den Kayseri'ye Urfa'dan Rize'ye mantı yapar yerim!

Hinkal, Dağıstan bölgesinin usullerine göre hazırlanan bir mantı türüdür. Kayseri mantısının etine dolgunu, az cüsselisi, öksüz doyuranı olarak tarif edilebilir.

Yalova ve civarı Dağıstan'dan çok göç almıştır. Bu nedenle Hinkal yemek için Türkiye'nin en doğusuna kadar gitmeye gerek yok.




Istanbul'dan Yalova'ya giderken, Darıca-Topçular feribotundan indikten sonra, Yalova istikametine doğru yaklaşık 5 km gidince, hemen yolun sağında Hinkal Mantı'yı görebilirsiniz.

Çok hoş, bahceli bir evden bozma bu lokantada, hinkalın alasını bulabilirsiniz. Üstelik gayet uygun fiyata, yolunuzun üstünde, yeşil ve guzel bir bahce içinde, iki saat İstanbul trafiği, bir saat te vapur yolculuğundan sonra artık duvara tırmanmaya hazır çocuklarınız etrafta koşuşurken, özellikle harika oluyor.




Servisin biraz yavaş olduğunu belirtmem lazım. Tüm güzel şeyler gibi emek istiyor. Ayrıca muhtemelen hamuru kalın diye, alışık olduğumuzdan daha uzun sürede pişiyor.

Fakat blogumuzun sadık okuyucuları olarak muhtemelen yemeğin lezzetli, zevkli ve sağlıklı olması gerektiğine ve yemek kültürünün önemine inandığınızdan, slow food hareketini zaten alışkanlıklarınız ile destekliyor sayılırsınız. Üzerine yoğurt ve sos dökülmüş, el yapımı, içi sarımsaklı ve soganlı kıymadan olusan bu dev mantıları tatmak için iki dakika fazladan beklemek zannetmem ki sizi çok rahatsız etsin.

Offf.. olsada yesek!

Bay Afiyet

9/3/2010
Related Posts with Thumbnails