22 Eylül 2008 Pazartesi

Chi Va Piano Va Sano

Bay Afiyet'in Carbonara soslu spagettisini ağzının suları akarak anlattığı ve mutlaka gitmem gerektiğini söylediği Suadiye'deki italyan lokantası Va Piano'ya gittim arkadaşlarımla. İçeri girer girmez duyduğum fesleğen, zeytinyağı ve domates kokusu yiyecekler konusunda beni hemen ümitlendirdi. 

Her zamanki Bal Şeker olarak biraz kararsız kaldıktan sonra, ıspanaklı ravioli yemeğe karar verdim. Arkadaşlarım ise pizza toscana ve kepekli napoliten soslu makarna yediler. Ispanaklı ravioliyi domates sosuyla yemekten pek memnun kaldığımı söyleyemem.

Her makarna siparişini müşterinin seçtiği sosla pişirmelerine rağmen, nedense ravioli'yi sanki çok uygunmuş, ve başka türlü de olmazmış gibi, domatesli sos ile hazırladılar. Yeşille kırmızının uyumu bir yana, lezzet açısından büyük bir harmoni yoktu. Pizza yiyen arkadaşım pizzasını benimle paylaşmak zorunda kaldı. Kiraz domatesler, peperoni, taze fesleğen ve sarımsak ile pizza benden tam not aldı. Kepekli makarnayı seçerek kilo almamayı garanti etmek isteyen arkadaşım ise, sosun tüm güzelliğine rağmen, lezzetten taviz vermek zorunda kaldı.

Va Piano'da enteresan bir ödeme şekli var: Kapıdan girdiğiniz anda, daha ne olduğunu anlamadan bir görevli elinize telefon kartı nevinden bir kart tutuşturuyor. Kanımca, benim gibi Va piano'yu keşfetmekte biraz geç kalmış  olan müşteriler için bu yenilikçi kart sisteminin biraz açıklanması iyi olur. Salata, pizza, makarna ya da içecek tezgahlarını dikkatle süzdükten sonra, neye karar kılarsanız orada siparişinizi veriyor, ve kartınızı dijital
 makinaya okutuyorsunuz. Yemek bittikten sonra da kasaya giderek kartınıza kaydedilmiş miktarı ödüyorsunuz. Herşey o kadar hızla olup bitiyor ki, lokantanın ismini herhalde ironik olsun diye Va Piano koyduklarını düşünüyorum.

İlk Va Piano sefamı çok kibar bir beyefendi ile gerçekleştirdiğim için  kaç liralık bir fatura geldiğini bilemiyorum. Fakat eminim Bay Afiyet carbonara sosundan bu blog'ta bahsetmek için bu ümit verici italyan fast food lokantasını bir kere daha ziyaret edecektir. Hesabı da ondan öğreniriz.

Alman kökenli bu lokantanın italyan yemeklerindeki başarısı Avrupa'nın gerçekten artık 'bir' olduğunu ispatlamaya yeter mi, pek sanmıyorum. Ama şunu kabul etmek gerekir ki, italyan mutfağı ile, alman etkinliği bir araya gelince ortaya iyi bir sonuç çıkmış.

Bayan Bal Şeker
27/9/2008

21 Eylül 2008 Pazar

İşi bilen bir Nişantaşılı: Aşşk

Nişantaşı'nın bir türlü akıl sır erdiremediğim bir evcimenliği vardır. İstanbul'un kalbinde olup da, İstanbul'un derdine, çilesine bulaşmayan, burnundan kıl aldırmayan elitist bir tavırdır bu. Sonbaharın geldiğini ayan beyan ilan ettiği, bir süredir rölantiye girmiş kültürel yaşamın tüm hızıyla tekrar başladığı günlerden bir cuma akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'nda gerçekleşen bir gösteriyi seyredip, saat 22.45 sularında bir arkadaşımla beraber, birer kadeh şarap içmek ve birşeyler yemek arzusuyla Nişantaş'ına yürüdük. Bizimle beraber, gösteriden çıkan en az elli kişi de, tahminimce aynı amaçla, bir bir Nişantaşı'ndaki restoranlara girip çıkmaya başladı. Mutfağımız kapalı cevabını, hangi lokantaların zoraki gülümseyen, genç maitre d'hotel'lerinden aldığımızı hiç burada yazmayayım. Aklınıza ilk gelen lokanta isimlerinden hemen hemen hepsi demekle yetineyim izninizle.  Şahane bir barı olan, ve hem dekorasyon ve eğlence, hem de yemek açısından çok iddialı olan bir lokantada ise sandalyeler çoktan masaların üzerine devrilmişti. Gösteriden çıkan diğer aç veya sadece cuma gecesi keyfini biraz daha sürdürmek isteyen 'şehirliler'le bu lokantaların kapısında karşılaşıp, biribirimizin halinden anladığımızı belirtir şekilde gülümseştik. Birbirimize tavsiyelerde bulunduk: "Orası çoktan kapatmış, hiç oraya kadar yürümeyin dahi" ya da "Mutfak kapalıymış, kardeş lokantalarına gitmemizi söylediler", hatta "Bizim diğer dükkan açık mıdır bilmiyoruz, ama isterseniz bir gidin bakın dediler".

Umudumuzu kaybetmedik ve Milli Reasürans Pasajı'nın için girdik. Pasaja girer girmez ilk cafe/restaurant olan Aşşk Cafe'nin öğle yemeği servisinde de çalıştığını bildiğimiz, yorgun ama profesyonel garson bayanları bizi içtenlikle içeriye buyur ettiler. "O masa değil, bu masa olsun" kaprislerimiz, olağan karşılandı. Herkesin kahve ve cheesecake yediği bir saatte, arkadaşım "Kabul" salatası ben ise cafe de paris soslu bonfile ısmarladım. Menüdeki etlerin her birinin  nasıl olduğunu sorduğumda, garson bayan bonfilenin de, bifteğin de aynı et kullanılarak yapıldığını, sadece üzerindeki sosun farklı olduğunu söyleyerek beni biraz şaşırttı, fakat çok da umursamadım. Zira mutfaklarını çoktan kapatmış, sandalyelerini devirmiş Nişantaşı lokantalarının neşemize takmaya çalıştıkları çelmelere rağmen yılmadan ilerleyerek bulduğumuz Aşşk Cafe'de et yiyip, şarap içme imkanı verilmiş olmasının yarattığı  mutluluk sarhoşluğunu henüz üstümden atamamıştım. 

Cafe de paris soslu bonfilemin eti yumuşacık, sosu ise gerçeğine oldukça yakındı. Arkadaşımın yediği Kabul salatası ise, anladığım kadarıyla kendisinin her Aşşk'a gelişinde ısmarladığı bir tutku halini almıştı. Salatadaki bulgur ve roka karışımının çok yerinde, yağının, tuzunun ise çok ölçülü olduğunu belirtmeliyim.

İki kadeh, yerli şaraplardan akıl sır erdiremediğim şekilde daha ucuz, ama çok daha tatminkar fransız şarabı, iki şişe bira, salata, bonfile, tatlı vs yiyip içtikten sonra, ellişer lira hesap ödeyip, kalktık. Saat 2'de lokantadan ayrılırken bizi yine güleryüzle geçiren garson bayanları görünce, blog'umuzun ilk yazısının, İstanbul'un göbeğindeki bu sayfiye yeri ruhlu semtin, şehirli lokantası hakkında olması gerektiğine artık karar vermiştim.

Bayan Bal Şeker
21/9/2008
Related Posts with Thumbnails