23 Haziran 2010 Çarşamba

Güzel olduğunuz kadar, küstahsınız da Küçük Hanım

Galata Kulesi ile birebir aynı manzaraya sahip bir cafe var, biliyor musunuz? Konak! Galata'da Camekan Sokak'tan aşağı doğru inerken, Hacı Ali Sokak'ın kestiği köşede, Saint Georg Hastanesine gelmeden.


Girişte pastane kısmı var: tatlılar, tuzlular, üzerinde bademden güller olan kremalı pastalar, ballıbabalar, ekler ve sair çoçukluğumun doğumgünü güzellikleri.

Teras katına çok eski ve güzel bir asansörle çıkılıyor. Terasa çıkan herkes önce bir duruyor: yutkunuyor, nefes alıyor, iç çekiyor ve şapka çıkarıyor şehrin güzelliğine!

Konak'ın yemeklerini anlatmayacağım size, çünkü yok bir numara. Herhangi bir falso da yok, bahsedecek birşeyi de yok. Fiyatlar da iyi.

Zaten o noktada; hemen arkanızdan Galata Kulesi sizi kollarken, Saint Pier Kilisesi dirsek teması halindeyken, bir yandan Boğaz Köprüsü hafif meşrep ışıklarıyla fingirderken ve bir yandan da Haliç'e giren vapurlar önünüzde resm'i geçit yaparken isterseniz soğan ekmek yiyin. Ne farkeder?

Konak'ın terasına çıkıp, "Tamam, pes, kabul ediyorum, güzelsin" demek, hakkını teslim etmek lazım şehrin.


Yalnız uyarmalıyım; içki vermiyorlar. Oysa insanın canı o güzellik karşısında Fanta değil, bir kadeh şarap çekiyor.

Hadi peki ondan geçtim; ne yazık ki bu sene terasın girişine bir adet edepsiz davranmayın sakın ha, bozuşuruz sonra tabelası asmışlar. Üzülüyorum böyle şeylere. Yakıştıramıyorum.
İstanbul'un güzelliği gölgeleniyor. "Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da küçük hanım" demek geliyor içimden kendisine.


Artısı ile, eksisi ile işte durum bu.
En iyisi Konak'a sabah kahvaltısına gitmek. Hem aile konseptine uygun olmayan davranış sergileme ihtimaliniz daha düşük olabilir, hem de canınız içki çekmez. Çayınızı yudumlar, şehri seyreylersiniz.

Bayan Bal Şeker
23/06/2010

16 Haziran 2010 Çarşamba

Domates, soğan, et: o kadar!

Kendinizi Asmalı Mescit'teki insan seline kaptırdığınız bir akşam, Babylon'un sokağına sapın. Sokağın sonundan tekrar sağa Minare sokağa dönün. Antakya yemekleri yapan Antiochia işte tam orda!

Antiochia'nın beklenen oryantellikten uzak, cok yalın ve modern bir dekorasyonu var.



Burada abbagannuç, humus, kekikli zeytin salatası gibi mezelerin yanı sıra içli köftenin kralını yiyebilirsiniz. İçli köfteleri mideye indirdikten sonra açlık filan kalmıyor elbette. Fakat insan "kimbilir o herkesin anlata anlata bitiremediği şiş nasıldır?" diye düşünmeden edemiyor. Ben size anlatabilmek için kendimi feda ettim ve denedim. Dedikleri kadar varmış. Antiochia'nın etleri benim diyen kebapçıya taş çıkartır.


Antiochia'nın sahibi muhteşem biri. Adı Süleyman. Bir tür Muhteşem Süleyman yani! Nedir bu lezzetin sırrı diye soranlara hayret ediyor. "Ne olacak ki? Domates, sogan, et! O kadar!"

Yemekten sonra, "aman yok yemeyeyim..yaz geldi..bikini " filan diye siz kendinizi naza çekerken, önünüze üzerinde bir top vanilya dondurma ile taze ceviz tatlısı geliyor. Siz istemem yan cebime havasında bir kaşık atıyorsunuz ağzınıza ve lezzet komasına girip, düşüp bayılıyorsunuz.


İşte Antiocha böyle bir yer: Samimi, basit, lezzetli.


Bayan Bal Şeker
20/06/2010

Not: Ben size sadece yaşadığımı, tattığımı anlattım. Lokantanın internet sitesine girdiğinizde benim anlattıklarımın, bu başarılı gastro girişiminin sadece bir yönü olduğunu göreceksiniz.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Murtuğa, kavut ve arkadaşları Cihangir'de

Gidebilirseniz Van'a gidin. Orada Kahvaltı Sokağı'nda sıram sıram dizilmiş yerlerde kahvaltının alasını edebilirsiniz. Murtuğa, kavut, süt kaymağı, yayık tereyağı, jaji, otlu peynir... "Nerden gidicem şimdi ben Van'a, işim gücüm var burada" diyorsanız, o zaman Istanbul gibi bir şehirde yaşıyor olmanın nimetlerinden faydalanın ve ayağınıza gelen fırsatı değerlendirin. Bir haftasonu Cihangir’deki Van Kahvaltı Evi’nde kahvaltının kralını deneyin.


Biz, çocukları satmayı başardığımız bir cumartesi sabahı, İstanbul’un bir ucundaki evimizden kalkıp, Cihangir’e kahvaltı etmeye gidelim dedik. Tamamen tesadüf eseri; biraz etraf ana baba günü olduğundan, biraz eşim yarı Van’lı olduğundan, biraz da benim otlu peynir merakımdan, Defterdar Yokuşu’nun başında yer alan Van Kahvaltı Evi’ne giriverdik.



Buraların amatörü olarak, dışarda yer bulamadık. Mutfağa ve kasaya en yakın ve tek boş olan masaya oturmak zorunda kaldık. İlk başta herkes dışarda güneşlenirken içeriye girmiş olmaktan dolayı şikayet etsem de, mutfağa yakın konumumuzun avantajlarından yararlandık. Servis cok hızlıydı, garsonların hepsi genç, saygılı ve çalışkanlardı. Hani arada sırada bizim o masada oturduğumuzu unutup, topladıkları tabak çanakları kısa bir süre icin bile olsa oturduğumuz masaya bıraksalar da, yine de iyi niyetliydiler.

Van Kahvaltı Evi’nin sahibi Van'ın Gevaş ilçesinden gelmiş İstanbul’a. Kısa sohbetimizden edindiğim intibaya göre, hayatta ne istediğini bilen, tuttuğunu koparan, girişken biri. Van kahvaltısının İstanbul’da tutacağı inancıyla, ilk önce Tarlabaşı’nda Taksime yaklaşırken yolun sağ tarafında açmış dükkanını. Bir sene geçtikten sonra, Tarlabaşı’nın problemlerine akıl sır erdiremeyerek kapatmış. Sonra Cihangir’de dükkan açarak İstanbul’a bir şans daha vermek istemiş. İstanbul burjuvası tutmuş Van kahvaltısını. Geçtiğimiz 10 sene Cihangir’in önlenemez yükselişi ile işler iyi gidince, bir dükkan da Nişantaşı’nda acmış Gevaş’lı patron.


Dört dörtlük bir kahvaltı ettik. Bildiğiniz herşeyin yanı sıra, kavurmalı yumurta, murtuğa, kavut, jaji gibi yöresel yemeklerden de tattık. Genellikle otlu peynirin tadını herkes sevmiyor diye kahvaltı tabağına eser halinde koyuyorlarmış. Ben, mutfağa yakın konumum sayesinde otlu peynir porsiyonunu arttırdım. Size de tavsiye ederim.
Bol bol çay icin, otlu peynir yiyin, yöresel yemekleri tadın, muhabbet edin ve Cihangir kalabalığından memnuniyetle ayrılın.

Bay Afiyet
7/6/2010
Related Posts with Thumbnails