20 Ağustos 2010 Cuma

Delicatessen A.Ş.

Istanbul, lezzetli yemek yiyebileceğiniz pek çok mekan barındıran bir şehir. Sadece lokantalarda değil, sokak köşelerinde bile karnınızı krallara layık bir şekilde doyurabilir, parmaklarınızı yalarsınız. Bu şehirde yemek konusunda rekabet çok. Dolayısıyla "iyi"nin de ötesine geçmek, başka birşeyler yakalamak gerekiyor.

Ne zamandır Nişantaşı'nda, Mim Kemal Öke caddesinde açılmış olan Delicatessen adlı ticarethaneden bahsetmek istiyordum, bir türlü elim varmıyordu. İşte şimdi bir cesaret yazıyorum:

Delicatessen'de yemekler lezzetli, dekorasyon havalı, piyasa yerinde.

Ama hayır! İki tartin, bir peynir tabağı bir şişe de ehven-i şer şarap 200 lira olmaz!



Burası nihayetinde bir cafe/deli. Kapısında valelerin karşıladığı, beyaz keten sofra örtülü, çakı gibi garsonların çalıştığı, daha ilk adımınızı attığınızda "pahalı olacağım" diye anons eden bir yer değil.

Hanımların alışveriş yaparken yorulduklarında oturup soluklandıkları, akşamları, klimasız Nişantaşı apartmanlarında bunalan çiftlerin "dışarda bir kadeh bişey içelim, ev çok sıcak" dedikleri bir cafe.



Dediğim gibi her şey, iyi, hoş, zevkli, cici, ama öte yandan oturmayan birşeyler olduğunu hissediyorsunuz. Herşey "satabilmek için" hazırlanmış bir mizansen. Bir film seti kurulmuş. Filmin konusu yemek, amacı para. Siz kendinizi başrol oyuncusu sanıyorsunuz, ama hemen farkediyorsunuz ki figüransınız. Bir samimiyetsizlik var ortamda.



Elbette hiçbir lokanta amme hizmeti yapmıyor. En sanatkar şefin bile lokanta açarken nihayetinde para kazanmayı planladığı aşikar.

Ama bizler de kaçın kur'ası olduk bu şehirde. Hem lezzetli yemek yemek istiyoruz, hem ambiyans güzel olsun istiyoruz, hem iyi servis olsun istiyoruz. Hem de ederinden fazla para vermek istemiyoruz. Evet annemiz güzel.

Delicatessen'e bir daha gider miyim?
Giderim; başkası ısmarlıyorsa.

Bayan Bal Şeker

22/08/2010

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Italya'da beşinci element

İtalya’yı görmeye karar veren pek çok kişi batmadan önce görmek kaygısıyla Venedik’e, olmazsa olmaz diye Roma’ya, Floransa’ya, ya da Prada sevdasına Milano’ya gider.

Oysa nasıl ülkemize gelen bir turistin İstanbul, Efes ve Kapadokya’yı görmesi bizleri tanımasına yetmiyecegi gibi, İtalya’yı anlayabilmek için de bu dört, beş meşhur şehirin dışına çıkmak lazım.


Bologna’nın güneyinde, Floransa’nın kuzeyinde yer alan, Italyanlar’ın bile unuttuğu küçücük bir kasaba olan Modigliana’ya gittim. Modigliana nüfusu 4500 civarında olan küçük bir kasaba. Her yerde kiwi ağaçları ve üzüm bağları var.

Fakat biliyorsunuz bu blogda “gezdiklerimiz gördüklerimiz bize kalsın, biz size yediklerimizden, içtiklerimizden bahsedelim” diyoruz. O nedenle size Modigliana’nın en güzel lokantasından bahsetmek ve sizi İtalya’yı keşfetmek için anayoldan sapmaya teşvik etmek istiyorum.



Il Borghetto di Brola pansiyon ve lokanta olarak işletilmeye başlanmış eski bir çiflik evi. Pansiyonun sahipleri avukat bir çift. Burayı ilk alıp, renove etmeye başladıklarında, kendileri için bir emeklilik projesi olarak hayal etmişler. Avukatlığı bir türlü bırakamamışlar ama Borghetto di Brola da bu esnada dört dörtlük işlemeye balşlamış. Böylelikle bırakın emekliliği, gece gündüz çalışır olmuşlar.

Borghetto di Brola’ya varır varmaz, bizi sofraya buyur ettiler. Enfes bir manzara karşısında, şarküteri ve peynir tabağını silip süpürürken bir yandan da, pansiyonu çevreleyen arazide yetiştirdikleri üzümlerden yaptıkları şaraplarını tattık.

Frasole, Fracielo, Fravento, Frabosco diye adlandırdıkları dört farklı şarabı tadarken (güneş, gökyüzü, rüzgar, orman) bir süre sonra beşinci elementin de damağınız olduğunu hissetmeye başladık.


Akşam yemeğinde hayatımda yedigim en guzel “tagliata” lardan birini yedim (ince dilimlenmiş, ızgara dana et). Yerken aldığım zevkten dolayı, kendimden geçmişim blogu filan unutmuşum, fotoğraf çekemedim.

Öğle yemeğinden sonra, temizlenip akşam yemeği için hazırlanmış mutfağa daldım. Sanırsınız ki yeni bir mutfak, daha içinde su bile kaynatılmamış!


Odalar, pratik, elegan ve rahat; lokanta havadar ve rahat. Yemekler çok leziz, şaraplar enfes! Ayaklarınızı dibinde küçük Modigliana şehri, etrafta üzüm bağları: Italya’yı gerçekten tanımaya başladığınız noktadasınız.


Bologna ya THY ile 1 saat 45 dakikada uçuluyor. Araba kiralayarak 1 saat içinde kendinizi bu cennet yerde bulabilirsiniz. Yiyin için, bağlarda gezinin. Beşinci element olun. Sıkıldınız mı, ver elini deniz, sıkıldınız mı, ver elini Bologna, o da mı bitti, artık İstanbul’a dönün.

Mutlu tatiller

Bay Afiyet

14/8/2010

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Az, öz, temiz, leziz

Hatta zarif ve mütevazi de!

Karaköy'de, Kemankeş Sokak'ta üç ay önce açılan Maya adlı lokantayı tanımlamak için böyle bir sürü Z'li sıfatlar kullanmak geliyor içimden.

Uzayan baharda dalgalanan ruhunuzu demlendirmeniz için önerdiğimiz Karaköy Lokantası'nın hemen yanında bulunuyor Maya.

"Kızınız Defne'yi, Oğlumuz İskorpit'e" adlı yemek kitabını duymuş muydunuz?

O kitabın yazarı Didem Şenol lokantanın sahibi. Kendisi menüyü hazırlıyor ve bizzat mutfağa giriyor. O tarihte tezgahlarda ne varsa o pişiyor Maya'da. En taze ürünler, mümkün olan en yalın şekliyle hazırlanıp, sunuluyor.

Fırında kırmızı soğanlı, kaparili çipura yedim, çok keyifliydi.

Aklım ise salatalıklı yoğurt soslu mücverde kaldı.



Herşey iyiydi, hoştu, olması gerektiği gibiydi. Ta ki tatlıya kadar. Tatlıda olan oldu, ipler koptu.



Güllü dondurmadan bir kaşık aldığım zaman ne olduğumu şaşırdım! O ne lezzet! Sonra hızımı alamayarak kağıt helva arasında çilek soslu vanilyalı dondurmayı da denedim. Bizim masadan tatlılar için yapılan tezahürat duyulmuş olacak ki, Didem Hanım bir de panna cotta'yı tatmamız için ikram etti. Nasıl lezzetliydi, anlatamam! (Oysa benim burada işim lezzetleri anlatmak)

Sonra öğrendim ki, lezzetin sırrı kullanılan sütteymiş: Aysun Hanım'ın sütü.

Süt inek sütü, merak etmeyin. Aysun Hanım ise bu olaya baş koymuş bir hayvançifliği sahibi.

İstanbul ve civarında yaşayan ve böyle yiyip içmeye devam edilirse sonumuzun hayırlı olmayacağı endişesini taşıyan kişilere ve Maya gibi, iyi yemek yapmanın iyi malzeme kullanmaktan geçtiğini bilen işletmelere süt tedarik ediyor.


Galiba lezzetli yemek yapmanın iki püf noktası var:
Yemeğe gösterilen özen ve o yemeği yiyecek insana duyulan saygı.

İskorpit'in annesi/Defne'nin kayınvalidesi bunların ikisini de yakalamış görünüyor ve Maya'da neticeyi bizlere tevazuyla sunuyor.

Bayan Bal Şeker

06/08/2010
Related Posts with Thumbnails