21 Eylül 2008 Pazar

İşi bilen bir Nişantaşılı: Aşşk

Nişantaşı'nın bir türlü akıl sır erdiremediğim bir evcimenliği vardır. İstanbul'un kalbinde olup da, İstanbul'un derdine, çilesine bulaşmayan, burnundan kıl aldırmayan elitist bir tavırdır bu. Sonbaharın geldiğini ayan beyan ilan ettiği, bir süredir rölantiye girmiş kültürel yaşamın tüm hızıyla tekrar başladığı günlerden bir cuma akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'nda gerçekleşen bir gösteriyi seyredip, saat 22.45 sularında bir arkadaşımla beraber, birer kadeh şarap içmek ve birşeyler yemek arzusuyla Nişantaş'ına yürüdük. Bizimle beraber, gösteriden çıkan en az elli kişi de, tahminimce aynı amaçla, bir bir Nişantaşı'ndaki restoranlara girip çıkmaya başladı. Mutfağımız kapalı cevabını, hangi lokantaların zoraki gülümseyen, genç maitre d'hotel'lerinden aldığımızı hiç burada yazmayayım. Aklınıza ilk gelen lokanta isimlerinden hemen hemen hepsi demekle yetineyim izninizle.  Şahane bir barı olan, ve hem dekorasyon ve eğlence, hem de yemek açısından çok iddialı olan bir lokantada ise sandalyeler çoktan masaların üzerine devrilmişti. Gösteriden çıkan diğer aç veya sadece cuma gecesi keyfini biraz daha sürdürmek isteyen 'şehirliler'le bu lokantaların kapısında karşılaşıp, biribirimizin halinden anladığımızı belirtir şekilde gülümseştik. Birbirimize tavsiyelerde bulunduk: "Orası çoktan kapatmış, hiç oraya kadar yürümeyin dahi" ya da "Mutfak kapalıymış, kardeş lokantalarına gitmemizi söylediler", hatta "Bizim diğer dükkan açık mıdır bilmiyoruz, ama isterseniz bir gidin bakın dediler".

Umudumuzu kaybetmedik ve Milli Reasürans Pasajı'nın için girdik. Pasaja girer girmez ilk cafe/restaurant olan Aşşk Cafe'nin öğle yemeği servisinde de çalıştığını bildiğimiz, yorgun ama profesyonel garson bayanları bizi içtenlikle içeriye buyur ettiler. "O masa değil, bu masa olsun" kaprislerimiz, olağan karşılandı. Herkesin kahve ve cheesecake yediği bir saatte, arkadaşım "Kabul" salatası ben ise cafe de paris soslu bonfile ısmarladım. Menüdeki etlerin her birinin  nasıl olduğunu sorduğumda, garson bayan bonfilenin de, bifteğin de aynı et kullanılarak yapıldığını, sadece üzerindeki sosun farklı olduğunu söyleyerek beni biraz şaşırttı, fakat çok da umursamadım. Zira mutfaklarını çoktan kapatmış, sandalyelerini devirmiş Nişantaşı lokantalarının neşemize takmaya çalıştıkları çelmelere rağmen yılmadan ilerleyerek bulduğumuz Aşşk Cafe'de et yiyip, şarap içme imkanı verilmiş olmasının yarattığı  mutluluk sarhoşluğunu henüz üstümden atamamıştım. 

Cafe de paris soslu bonfilemin eti yumuşacık, sosu ise gerçeğine oldukça yakındı. Arkadaşımın yediği Kabul salatası ise, anladığım kadarıyla kendisinin her Aşşk'a gelişinde ısmarladığı bir tutku halini almıştı. Salatadaki bulgur ve roka karışımının çok yerinde, yağının, tuzunun ise çok ölçülü olduğunu belirtmeliyim.

İki kadeh, yerli şaraplardan akıl sır erdiremediğim şekilde daha ucuz, ama çok daha tatminkar fransız şarabı, iki şişe bira, salata, bonfile, tatlı vs yiyip içtikten sonra, ellişer lira hesap ödeyip, kalktık. Saat 2'de lokantadan ayrılırken bizi yine güleryüzle geçiren garson bayanları görünce, blog'umuzun ilk yazısının, İstanbul'un göbeğindeki bu sayfiye yeri ruhlu semtin, şehirli lokantası hakkında olması gerektiğine artık karar vermiştim.

Bayan Bal Şeker
21/9/2008

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Nişantaşı sokaklarında kendimizi riske atacağımıza, Aşşk'a atarız konser çıkışlarında

Related Posts with Thumbnails