12 Ocak 2010 Salı

28 TL'ye ne yiyebilirsiniz?

Pelit'te bir günün çorbası içer, bir de küçük porsiyon tavuklu salata yiyebilirsiniz. Belki yanında bir şişe su da olabilir.

SushiCo'da dört adet somon nigiri yiyebilirsiniz.

Zuma'da üç adet sushi belki yer, sonra masadan sessizce kalkarsınız.

Asmalımescit'li Yakup'ta bir duble rakı yanında ahtapot salatası söyleyebilirsiniz.

Kireçburnu'ndaki Nüzhet'in Yeri/Set Balık'ta ise, bir tek rakının yanında, soslu levrek, soyalı uskumru, roka salatası, hamsi kuşu, balık kokoreç, patlıcan salatası, peyaz peynir yer, üstüne bir de kahve içersiniz.

Çok tecrübeli bir aile işletmesi olan Set Balık'ta her gittiğinizde yeni birşey tadma imkanınız vardır. Çabuk, lezzetli, keyifli yersiniz, nakit ödersiniz. Kanımca yegane kötü yanı, ikinci kadeh rakıyı ısmarlayabilmek için, masadaki bir başka kişinin araba kullanmaya gönüllü olması gerekmesidir. Kireçburnu'na yakın oturmuyorsanız, keyfinizle içebilmek için, 28 liranın yanında, taksi ücretini de hesaba katmanızda fayda var.
Set Balık samimidir, rahattır, kalabalıktır. İyi yemek yemeye meraklı bir iki dostunuzu mutlaka yan masalarda görebilirsiniz. Bay Afiyet ve Bayan BalŞeker kesinlikle tavsiye ederler.

Bu arada, ben senelerdir bu resmin çekildiği yerde rakı içip balık yemek isterim. Neresidir, bilen var mı? Bir güneş batışında o rakı bardağını kaldırıp, "oh!" demek istiyorum. Katılmak isteyen?


Bayan Bal Şeker
03/02/2010

3 Ocak 2010 Pazar

Tribeca: "yıkılmadım, ayaktayım"


Andy Warhol gelecekte herkes 15 dakika için meşhur olacak demişti. Bu yaklaşım Istanbul'daki herşey için geçerli.

Cihangir ikinci baharını yaşıyordu daha düne kadar. Ne zaman herkes ev bulup Galata'ya taşındı?

Asmalımescit'te bir başına, dimdik duran Refik vardı. Nereden geldi bunca lokanta, bar, gece klübü de, komşu oldular Refik'e? Asmalımescit'in 15 dakikasının dolmasına ne kadar var acaba?

Nişantaşı'nda koşa koşa Cafe Keyif'e gidilirdi? Yoksa yeterince gidilmedi mi de bir baktık Cafe Den oluverdi? Üç aşağı beş yukarı benzer bir menüyle, sadece adını değiştirip, biraz makyaj tazeleyip karşımıza çıkıverdi.

Aslında biraz gerçekçi olursak, insanlar birbirlerinden vazgeçiyorlar, lokantalardan mı vazgeçilmeyecek? Bu böyle.

Sıkılmaya tahammül edemeyen, ortam azıcık sakinledi mi yenisini isteyen bu çocuk toplumda, ilk açıldığından beri 12 sene geçmesine rağmen ayakta kalmayı başarmış nadir mekanlardan biri olan Tribeca'yı işte bu nedenle tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum.


Nasıl 12 yaşında bir kedi, yaklaşık olarak 64 yaşında bir insanın hayatına tekabül ediyorsa, Istanbul'da 12 sene ayakta kalabilmiş bir mekan da, 40 yaşına yeni girmiş bir yetişkin sayılabilir bence.

Tribeca arada el değiştirdi, ama çizgisini değiştirmedi. Akatlar ve Yeniköy'deki Tribeca'ların bahçeleri, ayak basar basmaz Istanbul'un keşmekeşinden uzaklaştığınız huzurlu mekanlar. Nişantaşı'ndaki Tribeca'da bazı işletmesel sorunlar var sanırım. Oraya hiç deyinmeyeceğim. Ama burada altını çizmek istediğim husus bir işletme olarak kimliklerini ayakta tutmayı başarmış olmaları.



İstanbul'da bagel denince akla hala sadece Tribeca geliyor. Hele krem peynirli, somonlu bagel bu kadar lezzettli başka nerede yenir?

Bu kadar sürede ilgimiz başka yerlere dağılmadı mı? Elbette dağıldı. Pek çok kaçamak yaptık, ama Tribeca'yı bırakamadık, çünkü o bizim geçici ilgisizliklerimize direndi.

Bay Afiyet
04/01/2010

27 Aralık 2009 Pazar

2009'un en iyileri

En iyi döner: Kemerburgaz'daki esnaf lokantası Kardeşler'inkiydi

En iyi midye dolma: Çeşme'de plajda yendi. Güneş yavaş yavaş batarken, plaj boşalırken, buz gibi biranın yanında, muhabbet eşliğinde.

En iyi şarap: İdol Şarapları'nın 2006 Consensus 3 Meşe adlı şarabıydı.

En iyi şef: Hala Jamie Oliver. Diğerleri bu sene de eline su dökemediler. En kolay, lezzetli ve sağlıklı yemekleri o yapıyor, hem de hiç kasmadan.

En iyi pazar: Cumartesi günleri kurulan Yalova pazarı. Utangaç armutlardan,canavar domateslere, romantik üzümlerden, şeytani biberlere herşey lezzetli, herşey taze! Fiyatlar ise Istanbul'da düdüklendiğimizin resmidir.

En iyi bal: Yaz Balı. Bursa civarındaki dağların kestane ağaçları ve çiçeklerinde koşuşturan arıların ürünüdür. Ağustos ayında kavanozlara doldurulur. Elden ele dağıtılır. İnsanı bir daha sokaktan bal satın alamaz hale getirir.

En iyi şarküteri: Pangaltı'daki Tuşba. Çerkez tavuğu, patlıcan salatası enfes! En önemlisi ise, sofralardan ne yazık ki kaybolmaya başlamış Ermeni mezesi 'topik'i damaklarımıza unutturmamaya kararlı olmaları.

En iyi mantı: Hala Ulus'taki Aşkana'da yeniyor.

En iyi pizza: Bu sene yenmedi.

En iyi kayan yıldız: Okko. Niye kapandı? Nasıl oldu? Pahalıydı, ama yemekleri çok lezzetliydi, alışveriş kolaydı. Şimdi spontane olarak gelişen yemek organizasyonlarında dostları nasıl ağırlayacağız? Yemeğin en alasını Okko'dan alıp, sonra binbir övgü arasında, kendimiz yaptık diyemeyecek miyiz?

En iyi catering: Ossi Private Chefs tarafından gerçekleştirildi. Osman Bey ile Sibel Hanım özenle pişirip saygıyla sunuyorlar. Dört dörtlük bir lezzet ve ikram!

En iyi yemek kitabı: Gamze Bursa'nın 425 gram adlı kitabı. Tarifler yaratıcı, yapması kolay, fotoğraflar güzel! Internet üzerinden satış fiyatı ise manasızca 35 TL'ye kadar düşmüş.

En iyi kurufasulye pilav: Süleymaniye'nin incisi, bezdiren fakülte günlerimin lezzetli köşesi Kanaat Lokantası'nda yendi.

En iyi meze: bir yaz gecesi, saat 12'den sonra Karaköy lokantası'nda, muhabbetle ruhumuzu iyileştirirken yendi.

En iyi yemek: Mehmet Gürs'ün mutfağından çıkıyor ve Mikla'da yeniyor.

Bayan Bal Şeker
30/12/2009

24 Aralık 2009 Perşembe

Olmadı ama

Hayatta en zor şeylerden biri elde edilen başarıyı sürdürmektir:
İlişkilerde ilk günkü aşkı korumak, konuşmalarda dinleyicinin ilk beş dakikadaki ilgisini kaybetmemek, dostluklarda güveni yitirmemek.
Dün akşam Abracadabra beni hayal kırıklığına uğrattı. Fener balığı kuru, ördek çok makyajlıydı. En affedilmezi, hem balığın, hem de ördeğin yanına aynı salatayı garnitür olarak koyup sunmalarıydı.
Umarım bir yıldız daha kaymıyordur başarı sarhoşluğuyla.

Bayan Bal Şeker
24/12/2009

14 Aralık 2009 Pazartesi

Peri Peri! Şanslı günüm



Kalk, hazırlan, minik ergeni okula bırak, ofise gel, çalış çabala sonrasında; msn'de beş dakika kadar 'bu öğlen nerede yiyelim' diye tartıştıktan sonra, arkadaşlarımı yeni açıldığını duyduğum Guney Afrikalı tavukcu Nando’s'ta yemeğe ikna ettim. Metro ile 10 dakika içinde Mecidiyeköy Şişli durağına vardım. Cevahir adlı panayır yerinde bir 15 dakika da lokantaların bulunduğu kata varmam sürdü. Bizimkilerle Nando's un önünde buluştuğumuzda lokantadaki kalabalığa inanamadık! Meğerse Nando’s un açıldığı ilk günmüş! Dolayısıyla İstanbul ahalisi bu enteresan Güney Afrikalı'yı keşfetmek için hücum etmişler. İştahından şüphe olmaz, üç iri kıyım ve aç arkadaş biraz umutsuzca kapıya yaklaştık.

Bizi kapıda karşılayan yorgun, ama hala neşesini koruyan genç kız cok yoğun olduklarını söyledi ve beklememiz gerektigi için bizden özür diledi. Kabullendik tabi. Sonra tam olarak ne oldu bilmiyorum. Bir sihir! Aradan bir dakika dahi geçmeden bambaşka biri gelip köşede yeni boşalan, lokantanın en güzel masasına bizleri oturttu.

Hayretimizi gizlemedik ama şansımızı da hiç sorgulamadık. Tavuğun binbir çeşidini vaadeden ve oldukça okuma gerektiren menuleri okumaya koyulduk: tavuk ciğeri, portekiz pilavı, şişte tavuk, ızgara tavuk, tavuk kanatları! ve "insanların tavuğa bakış açısını değiştireceği" iddia edilen peri-peri sos! Bu sos, küçük kırmızı piri piri biberler kurutularak yapılan, Güney Afrika mutfağında kullanılan, fakat Portekizlilerin yarattığı söylenen bir sos.

Siparişimizi alan garson, bugün cok yoğun oldukları için servisin biraz aksayacağını, yemeklerin otuz dakikadan evvel gelmeyecegini söyledi ve bizden özür diledi. Tam kaderimize boyun eğip, yarım saat bekleyeceğimiz düşüncesiyle 'stand by' moduna geçmiştik ki, siparişlerimiz birer birer geldi! Daha sipariş vereli 5 dakika bile olmamıştı!

Yemekler çok lezzetliydi! Peri peri sos ise enfes! Ama size tavsiyem acı etkisi en az olan limonlu peri sostanan denemeyin, cok zayıf kalıyor. Madem ellerinizi kirleteceksiniz, bu işe girişiyorsunuz, mutlaka acısı daha yoğun olan diğer dört peri peri sosundan birini deneyin.

Biz yemeklerimizi bitirdigimizde lokanta neredeyse tamamen boşalmıştı.Tam yemeklerimizin ortasındayken anlaşılması zor bir aksanla konuşan, sarışın bir Guney Afrikalı, tahminen Nando’s un yöneticilerinden biri, elinde üç tabakla bizim masaya geldi. Anladığımız kadarıyla, bizdeki yemek potansiyelini gördüğünü ve sipariş veremediğimiz üç farklı tavuk yemeğini tatmamızı rica etti. Ben böyle ricaları genellikle geri çevirmem, kibar bir adamımdır. Hem Güney Afrikalı beye ayıp, hem tavuğa saygısızlık! Çok geçmeden dört ayrı tabaktan aynı anda yemek yiyorduk.

Gıdaklamaya çeyrek kala, tam hesabı ödemek için beklerken, daha önce gormediğimiz bir sarışın bir kadın elinde torbalarla çıka geldi. Kendisi Nando’s'un halkla ilişkiler müdiresiymiş, bugün yaşanan aksaklıklar ve geç servis icin çok üzgünlermiş, özür diliyorlarlarmış, acaba herbirimize birer adet Nando’s'ta ücretsiz yemek kuponu ve bir adet orta acı peri peri sosu verse affettirebilir miymiş? Ben hemen affettim valla!

Hem güzel yemek yedik, hem hızlı yedik, hem çok yedik, bir de üstüne bedava yemek kuponu ve peri peri sos aldık. Çok şanslı bir gündü ve benim tavuğa bakışım kesinlikle değişti!

Size de peri perili şanslı günler dilerim

Bay Afiyet
15/12/2009

8 Aralık 2009 Salı

Mükemmel lokmalar!


Kimi zaman karşındaki diller döker, ağzından girer burnundan çıkar, şiir yazar, Kaf Dağı'na gider gelir, nihayetinde seni kendine aşık eder. Kimi de göz ucuyla bakar, bakarmış gibi yapar, ve yerlebir olursun. Biri bir değerinden değersiz mi? hayır. Haticeler farklı olsa da, neticede ikisi de aşk! İkisinde de sonunda Leyla'sın.

Benim için yemekte de durum biraz böyle. Kimi zaman kafamı profiterol kasesine sokmak gelir içimden, veya nefes almadan mantıyı kaşıklamak! O an, başka türlü tatmin olamazmışım gibi hissederim. Kimi zaman ise, bir tek lokmayla başım göğe erer. Bu yazı işte böyle mükemmel tasarlanmış lokmalarla beni hayrete düşüren yeni bir lokanta hakkında olacak:Lil' bitz!
Tepebaşı'nda, popülerliği azalmak bilmeyen Nupera'nın pasajındaki, yeni bir mekan . Pazar, pazartesi çalışmıyorlar. Salı günü lütfen açıyorlar, diğer günler ise 'yıkılıyorlar'. Akşam saat 7'den itibaren mutfak açılıyor. Saat 11 gibi ise, bulunduğu pasaja yakışır şekilde aktif-dinamik-heyecanlı bir gece klübüne dönüşüyor.

Diğer lokantalarda yediğimiz yemeklerin üçte bir porsiyonunu, üçte bir fiyata sunduklarını söylüyorlardı. Neyin üçte birini kastettiklerini çok merak ediyordum. Gittiğimde gördüm ki, fiyatlar Topaz ya da Zuma'nın üçte biri değil, endişeye gerek yok. Porsiyonlar ise lokma büyüklüğünde, ama masadan aç kalkmanız mümkün değil!

Gelelim şu lokmalara: Leonardo'nun Vitruvius adamı gibi, mükemmel dengeli lokmalar bunlar: pancar aromalı fasülye püresi yanında nuar; ya da vanilyalı patates üstünde ızgara levrek; ya da muz kremalı, kakuleli profiterol. Yazdıkça görüyorum ki, yazmakla olmuyor. Çünkü biz dünün köfte-pilavcılarının, biraraya getirmeye alışık olmadığımız bu tatları yanyana hayal etmesi kolay değil. Ama birileri bunları yanyana getirmiş ve çok güzel olmuş. Kalıpları kırmak, ve yeninin bizi baştan çıkarmasına fırsat vermek lazım.

Bu şahsına münhasır yer, tabiki her şahsına münhasır zatın zevkine uygun olmayacaktır. Ama bu lezzet budalalarını Kavak'a kadar kurufasulye yemek için takip etmiş sadık blog okuyucularının Lil' bitz'e de bir şans vereceklerini umuyorum.

Bayan Bal Şeker

9/12/2009

Not: ne lokantadaki ışık düzeni, ne de iştahım, fotoğraf çekmeme imkan vermedi. Bu seferlik logo ile idare eder misiniz?

28 Kasım 2009 Cumartesi

Eski bir vejetaryenin itirafları


Tam on sene boyunca vejetaryendim. Balık haricinde hiç et yemedim. Manasız bir sınıflandırma, biliyorum, ama canım öyle istedi, ben de yaptım. Ne hayvanları düşündüğümden, ne sağlığımı, ne de güzelliğimi.

On sene sonra ise, hayatımda çok şey değişmişti. Yeni bir şehir, yeni bir iş, yeni bir mutfak, yeni bir aşktı.. Ve burnuma hayali kızarmış biftek kokuları gelmeye başlamıştı.
Ben de bünyemin çığlığına kulak verdim ve on sene önce ardıma bakmadan terkettiğim etobur dünyasına yavaş yavaş geri döndüm.

Aradan onca zaman geçti, ama hala etyemez günlerimi hatırlayıp, benimle dalga geçiyorlar. Oysa bu öyle kesin bir dönüş oldu ki, geçen hafta doğumgünümde, Armutlu'daki Dükkan'a gittik.

Dükkan'ı bilmeyen artık pek yok. Hatta Bayan Bal Şeker ve Bay Afiyet olarak bu lokantadan blogumuzda bahsetmekte hayli geç kalmış olabiliriz. Ama biz yeninin değil lezzetin peşindeyiz.

Dükkan'da olay çok net: Et, salata, tuz, hardal.
Bir kadeh şarap? Olur.
Bir top erikli dondurma? O da olur.
Pahalı mı? Paha göreceli bir kavram tabi.
Mesela Günaydın'dan pahalı mı? Evet!
Bu lezzeti orada bulabilir misiniz? Hayır. Ambiyans? Kıyaslanamaz dahi!

Dükkan'ın sahibi ve işletmecisi Kasap, kurban bayramında evinizin önünde boğa güreşi yapanlardan değil. Kendisi restoranını İstanbul'un cafcaflı semtlerinden birinde açmayacak kadar cesur; ve normalde, Armutlu'ya trafikten kaçarak arka yollardan Maslak'a ulaşmaya çalışmanın dışında ayak basmayanların dahi lezzetli et yemek için geleceğini tasarlayacak kadar kendine güvenen bir girişimci.

Dükkan'daki etler, Kasap'ın İzmit'teki besi çifliğinden geliyor. Kanımca Dükkan'ın en önemli özelliği ise, biz taze et yemeğe alışmış kullarını, dinlenmiş et yemeğe alıştırması.


Eğer burnunuza kömür ızgarasında kızarmış bir hayali T-Bone steak kokusu geliyorsa, bu emekli vejeteryanın tavsiyesine kulak verin.

Bir de küçük bir uyarım var, ey çiğ köftenin dışında hiçbir eti az pişmiş dahi yememeye kararlı dostlar! Dükkan'a giderseniz sipariş verdiğiniz etin iyi pişmesi hususunda hiç boşuna garsonlarla tartışmaya girmeyin; bu tartışmayı kaybedersiniz. Yeri geldiğinde teslim olmak lazım. Et konusunda teslim olmanız gereken yer burasıdır.

Bayan Bal Şeker

28/11/2009

Related Posts with Thumbnails