Ne zamandır Nişantaşı'nda, Mim Kemal Öke caddesinde açılmış olan Delicatessen adlı ticarethaneden bahsetmek istiyordum, bir türlü elim varmıyordu. İşte şimdi bir cesaret yazıyorum:
Ama hayır! İki tartin, bir peynir tabağı bir şişe de ehven-i şer şarap 200 lira olmaz!
Burası nihayetinde bir cafe/deli. Kapısında valelerin karşıladığı, beyaz keten sofra örtülü, çakı gibi garsonların çalıştığı, daha ilk adımınızı attığınızda "pahalı olacağım" diye anons eden bir yer değil.
Hanımların alışveriş yaparken yorulduklarında oturup soluklandıkları, akşamları, klimasız Nişantaşı apartmanlarında bunalan çiftlerin "dışarda bir kadeh bişey içelim, ev çok sıcak" dedikleri bir cafe.
Dediğim gibi her şey, iyi, hoş, zevkli, cici, ama öte yandan oturmayan birşeyler olduğunu hissediyorsunuz. Herşey "satabilmek için" hazırlanmış bir mizansen. Bir film seti kurulmuş. Filmin konusu yemek, amacı para. Siz kendinizi başrol oyuncusu sanıyorsunuz, ama hemen farkediyorsunuz ki figüransınız. Bir samimiyetsizlik var ortamda.
Elbette hiçbir lokanta amme hizmeti yapmıyor. En sanatkar şefin bile lokanta açarken nihayetinde para kazanmayı planladığı aşikar.
Ama bizler de kaçın kur'ası olduk bu şehirde. Hem lezzetli yemek yemek istiyoruz, hem ambiyans güzel olsun istiyoruz, hem iyi servis olsun istiyoruz. Hem de ederinden fazla para vermek istemiyoruz. Evet annemiz güzel.
Delicatessen'e bir daha gider miyim?
Giderim; başkası ısmarlıyorsa.
Bayan Bal Şeker
22/08/2010