25 Mayıs 2010 Salı

Bir bahar akşamı rastladım size

Bu sene İstanbul’da bahar uzun sürdü. Bundan en çok bahçemdeki tombul patili güzel kedi muzdarip. Aylardır inlemesi bitmedi garibin. Bitap düştü. Neredeyse patileri bile eridi gitti. Bahar bu; dalgalandırır, efkarlandırır.


Uzayan baharda dalgalanan ruhunuzu demlendirmeye Karaköy Lokantası’na gitmenizi tavsiye ederim.

Burası öğleleri evinizde kolay kolay pişmeyen Türk mutfağından yemekler tadabileceğiniz kalburüstü bir esnaf lokantası; akşamları ise en leziz mezeleri yiyebileceğiniz enfes bir Istanbul meyhanesi!

Ahtapot salatası, deniz börülcesi, lakerda şahane! Balık pastırması o kadar lezzetli ki, rakının yanında biraz ekmekle sadece onu yeseniz yetişir keyfinize. Ah hele o tarama!



Barbunya pilaki, lahana sarma ve daha niceleri ise, yiyemeyip te aklımda kalanlardan. Bir tek topiğe laf edebilirim, onu da yapmayacağım. O kadar kusur kadı kızında da olur.

İnternette Vedat Milor’un Karaköy Lokantası hakkında yazdığı bir yazıya rastgeldim. Yerden yere vurmuş ca’nım lokantayı. Kendisini birgün televizyonda yakın çekim hamburger yerken seyrettiğimde zaten yemek konusunda pek anlaşamayacağımızı hissetmiştim. Hiç başlamayan beraberliğimiz böylelikle Karaköy’de sonuçlandı.


Lokanta, Karaköy’de Kemankeş sokak üstünde, gümrük binasının hemen karşısında. Arabayla limandan Fındıklı istikametine doğru ilerlerken hemen solda karşınıza çıkacak. Dekorasyonu kibar ve şahsiyetli. Mavi çinileriyle sanki senelerdir orda durup bizi beklemiş gibi bir hali var. İlk gittiğimde ben burayı nasıl daha önce farketmedim diye düşündüm. Ağır başlı hali insanı yanıltıyor, oysa sadece on sene önce açılmış.


Karaköy Lokantası’nda herşey adabıyla yapılıyor. Rakıyı susuz içmek istediğinde ehl-i keyif hemen sofraya konuyor. Garsonlar saygılı ve sundukları yemek hakkında bilgililer. Sofraya tabakları koyarken özeniyorlar. Masada herşey tam olduktan sonra yavaş yavaş başlıyor muhabbet; kah taramadan, kah eski aşklardan, sanki eskisi olurmuş gibi.

Burada hiçkimse sıçramıyor, hoplamıyor, kafasında rakı döndürmüyor, göbek atmıyor. Sadece rakıyla beraber uzaktan bir ses duyuluyor “bir bahar akşamı rastladım size, sevinçli bir telaş içindeydiniz”.


Merak ediyorum benim tombul patili güzel kediyi karşıma koyup, biraz balık pastırması, biraz da rakı verip dillendirebilsem, ne anlatırdı bana bu bahar hakkında: “O kedi geldi, bana miyav dedi. Hadi ordan dedim, dinlemedi…

Bayan Bal Şeker
26/05/2010

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Görüntü var, ses yok!

Beni bilen bilir; genelde olaylara olumlu yönünden bakmaya çalışan bir insanımdır. Bardağın yarısı dolu mu, boş mu muhabbeti yerine, bu içilmiş, içen susamıştı herhalde, daha içer mi acaba, yerine nereden doldurabilirim diye düşünürüm.

Tanıştığım herkes arkadaşımdır, yemeğimi paylaştığım herkes ise dostum!



Yemekler ve lokantalar hakkında çoğunlukla olumlu yazmaya calışsam da, bazen bunu yapamayacağım kadar hayal kırıklıgına uğradığım oluyor. İşte Köfteci Hüseyin böyle bir hikaye:

Bir öğlen, lezzet avcısı ve daha önceden de blogumuzun konu mankeni olmuş iki arkadaşımla, Beyoğlu Kurabiye Sokak'ta, yılların eskitemediği Zencefil'in çapraz karşısındaki Köfteci Hüseyin'e gitmeye karar verdik.



Zaten fazla bir ambiyans beklentimiz yoktu, ama yani bu kadar pislik te az bulunur! Masadaki pislikleri silmeye gelen yolunu kaybetmiş garson elindeki inanılmaz pislikteki bezle masayı sildi, masanın rengi kahverenginden sütlü kahveye döndü.

Tamam ben de cok titiz değilimdir. Hatta ergenlik çağımda ayda ortalama iki kere yıkandığım rivayet olur. Ama bu yemek masası yahu! Pes! Köfteci Hüseyin 1958'de seyyar başlamış bu işe. Seyyar zihniyeti de hiç değişmemiş.



Fotolardan da gorebileceğiniz gibi piyaz ve köfteler çok fotojenikdiler. Derhal masadaki kirin, yağın, pasın düşüncesini bir kenara bırakarak bu güzel görünen yemeklere yumuldum. Fakat köfteler tam bir hayal kırıklığıydı.


Üstelik yer yemez, köftelerin benden bu yeme anının acısını çıkaracaklarını da hissettim. Sanki soya kıyması ile karıştırılıp top top yapılmış, ya da baş etleri bıçakla sıyrılmış ve köfte şekline getirilmiş gibiydi.


Arka sokakta, esnaf lokantası havası ile çok şey vaad eden, ama ne yazık ki hijyen ve lezzette sınıfta kalan Köfteci Hüseyin; ben bile seni kurtaramam. Zaten sen bensiz de mutlusun sanırım. Dükkanın dolup taşıyor. Herkes kendi yolun gitsin o zaman!

Bay Afiyet
17/05/2010

12 Mayıs 2010 Çarşamba

İrfan'ın Yeri

Diyeceksiniz ki, "İyi ki bir Kazdağları'na gitti, ha bire orayı mı anlatacak!?" Ama İrfan'ı anlatmam lazım. "İrfan'ın Yeri" anlatılası bir yer!

Kazdağları ahalisinden birine bu akşam nerede yiyelim diye danıştık. Bize İrfan'ın Yeri'ne gitmemizi önerdi. Bir de üstün körü tarif etti:

-Küçükkuyu'ya geldikten sonra Assos'a doğru giderken, hemen oracıkta sahilde!

Bulunmuyor efendim, bulunmuyor! Tarifte yanlış birşey yok, ama bu tarifle bulabilen olursa lütfen bize yazsın, ben seve seve bu yön duygusu kuvvetli, zeki şahsiyete Bay Afiyet ve Bayan Bal Şeker'den yıldızlı pekiyi almış lokantalardan birinde bir yemek ısmarlarım.

Fakat gördük ki, bulunmasının kolay olmadığının farkına varan girişimci İrfan yol boyunca "sıcak sıcak" tabelalarını koymuş.



Bir de çok sevgili telefonum vasıtasıyla yüce google'a ulaşıp, "İrfan'ın Yeri" diye yazdığımda, İrfan'ın Yeri'nde sevdiği adamın kendisine nasıl evlenme teklif ettiğini anlatan bir blog yazısı karşımıza çıkınca, biz bir süre sonra İrfan'ı bulduk!



İrfan yaşını kestiremediğim bir adam: Dede mi, baba mı bilemedim. Yüzünde sağlıklı, mesut bir ifade. Kızı mı, gelini mi, karısı mı çıkaramadığım bir kadın yemekleri hazırlıyor. Televizyonda vahşi, yarı çıplak bir amerikan güreşi programı var. Sesi kısık. Onun yerine Zeki Müren "arım, balım, peteğim" söylüyor. Mekanda sadece iki masa var! İki masa, bir soba, bir kanepe ve bir yatak! (yanlış okumadınız, aynen öyle)

Rakı, biraz meze ve lüfer ısmarladık. Anladım ki, biz İstanbul'da taze taze diye kendimizi kandırıyormuşuz. Meğerse taze balık bambaşka birşeymiş. Selam olsun İstanbul'daki tüm balık lokantalarına!



Çok arayarak bulmuş olmanın, bulduğumuzun şahsına münhasırlığının ve tabi biraz da rakının verdiği başdönmesiyle, ilk önce ufukta, karanlıkta duran turuncu lekeye bir anlam veremedim. Biraz sonra kendime geldim:" Aa! bu ay! Denizden mandalina gibi bir ay doğuyor! "

O esnada kendinden biberli şahane bir roka salatasını masamıza getiren İrfan'ın kızı/karısı/gelini "hmm, evet buradan her gece böyle doğar" dedi, omuz silkerek.



Biz İstanbullu naçiz kullar, lüferin lezzetine gösterdiğimiz şaşkınlığı, bir de kendini mandalina dilimi sanan aya gösterdik.

İrfan'ın yerinde evlenme teklif etmeye kalkarsanız tutar mı bilmem, o konuda ben de başka bir blogcunun yalancısıyım. Ama ben size taze balık yiyebileceğinizi, içtenlikle ağırlanacağınızı, ve sizi şaşırtan birşeylerle karşılaşacağınızı garanti edebilirim.
İrfan'ın Yeri anlatılmaz, yaşanır.

PS: Yol için tarif almak isterseniz, İrfan tel no: 0286 7640007

Bayan Bal Şeker
12/05/2010

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Köyümüze Starbucks gelmeden

Kazdağları İstanbul'dan kaçanların sığındığı bir yer. Hatta öyle ki, Adatepe Köyü'nde oranın yerlisi olarak sadece 16 (onaltı) kişi kalmış! Ahalinin geri kalanı Etiler, Bebek, Nişantaşı görmüşlerden.


Tam olarak neden kaçtıklarını pek anlamadım. Zira, çok güzel bir pansiyon sahibi, en büyük arzusunun buraya Starsbucks'ı getirmek olduğunu söylediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Yüzünde espri yaptığına dair ufak bir mimik boşuna aradım.

Anladım ki, İstanbul'dan kaçmak kolay, önemli olan insanın içindeki şehirliden kaçabilmesi. Sorun şehirdeki köylüden ve köydeki şehirliden kaynaklanıyor.


Kazdağları'a, gittiğinizde konaklayableceğiniz birbirinden zevkli küçük pansiyonlar var. Hangisinde kalırsanız, kalın, bir kere olsun yemek yemeye Çamlıbel Köyü'ndeki Zeytinbağı Oteli'ne gidin. Zeytinyağlı çağla, peynir soslu gaymacık otu, ısırgan otlu börek yiyin.



Zeytinbağı insana yaşadığını hissettiren, hayatın güzel olduğunu düşündüren ve cennetin bu dünyada, hem de köşe başında olduğunu farkettiren bir yer. Cennet, cennet deyip te, konu mankeni olarak börek fotoğrafı koymak ta tam bana göre! Ama huri-nuri fotoğrafı koyacak değilim ya! Hem siz de burları tıkladığınıza göre, siz de "lezzetin peşinden here yere!" ruhuna sahipsiniz.


Zeytinbağı'nda konaklamanın bedeli iki kişi 250 TL. Bu fiyata sabah kahvaltısı ve eşsiz bir akşam yemeği de dahil. Ege otlarıyla tanışıp, yeni yemekler öğrenmek isteyen misafirler için yemek kursları da var.


Birileri hayallerini gerçekleştirip, Zeus tapınağı'na yan bakan bir Starbucks açmadan Kazdağları'na gitmenizi öneririm.

Hem bu dünyada cenneti yaşamak için, hem de başka nerede zeytinyağlı çağla yiyeceksiniz?

Bayan Bal Şeker
12/05/2010
Related Posts with Thumbnails